Ana içeriğe atla

Kurgunun Evrimi

Kurgunun evrimine kısaca bir göz atmak, kurgu ve kurgulamanın hangi zorunluluklardan doğduğunu, nasıl geliştiğini, dolayısıyla kurgunun anlamını daha iyi kavramamızı sağlar. 
İlk filmler için bir kurgu çalışmasına gerek yoktu. Çünkü bu filmler zaten alıcının sürekli olarak bir kez çalıştırılmasından oluşan, birer ikişer dakikalık filmlerdi. Gerçi on, on beş dakikalık bir gösterim süresi sağlamak ereğiyle çoğunlukla bu filmlerin yedi sekizi birbirine ekleniyordu ama bu bir kurgu değildi. Bu tıpkı, gümüzde, birbiriyle ilgisi bulunmayan başka başka olayların yer aldığı film parçalarının birbirine eklenerek bir haber filmi oluşturulmasını andırıyordu.
Filmlerin uzunluğu arttıkça, her bir görünçlük ayrı ayrı çevrildiğinden, çevirimden sonra bu görünçlüklerin birbirine eklenmesi zorunluğu da ortaya çıktı. Ama burada da yine bir kurgu çalışmasından söz edilemezdi. Çünkü daha önceki çalışmalarda olduğu gibi bunda da, kendi başlarına bir bütün olan görünçlüklerin uç uca eklenmesinden öte bir çalışma söz konusu değildi; bu çalışma, daha çok tiyatro oyunlarındaki tablo, görünçlük, perde bölünmelerini andırmaktaydı.
Kurgu ancak alıcının devinimlilik kazanmasından, değişik çekim boyları, değişik çekim uzunlukları ortaya çıktıktan sonra, buna koşut bir gelişme gösterdi. Çekimlerin gerek bu yönlerden başkalık göstermesi gerek başka başka zamanlarda, ayrı ayrı yerlerde çevrilmeleri, gerekse filmler uzadıkça çevirimdeki çekim sıralarının değişmesi, sinemacıları bu çekimleri düzenleme çabasına itti. Yavaş yavaş, birbirinden ayrı, tek tek görünçlükler, tablolardan oluşan film anlatımı bir yana bırakılarak, birbiriyle yakın ilişkileri bulunan, birbirine mantıklı sırayla bağlanan çeşitli çekimler anlatımın temel birimleri olarak kullanılmaya başlandı. Artık her çekim, kendinden sonraki çekime doğru bir gelişmeyi gösteriyor, bu çekimle örgensel bir bağ kuruyordu. Böylelikle filmin konusu, bir çekimden öbürüne doğru gelişerek çözüme doğru yürütülüyordu. Her çekimin hem biçimi hem içeriği, iki çekim arasındaki ilişki, çekimin kendinden önceki ve sonraki çekimle oluşturduğu bütün önem kazandı. Sinemacılar, değişik uzunlukta, değişik boydaki çekimlerin şu ya da bu yolda sıralanmasıyla bir dizem, bir tartım sağlanabileceğini anladılar. Aynı çekimleri değişik olarak sıraladıkları, düzenledikleri vakit başka başka tartım ve dizemlere, değişik anlatım biçimlerine, hatta değişik kavramlara ulaşabileceklerini öğrendiler. Değişik yer ve zamanlarda çevrilen çekimlerin bir araya getirilmesiyle sinemaya özgü filmsel gerçek ve filmsel evrenin yaratılabileceğini buldular.
(1903'te, Edwin Porter'ın (Edison Şirketi için çekilen) The Great Train Robbery filmi gibi eserlerde, daha gelişmiş film kurgusuna ait temeller görülür. Öykü birden fazla çekimle gelişir. Hareketli ve gerilimli sahnelerde yakın ve kısa çekimler, arkadaki bir perdeye yansıtılmış görüntülerle öndeki bir mizansenin birleştirilmesi gibi teknikler kullanılmıştır.)