Eisenstein'a göre anlıksal kurgu da (intellectual montage) seslere ve üsttitremlere dayanır, ama bu kez söz konusu olan sesler ve üsttitremler fizyolojik değil, anlıksal (zihni) çeşittendir: «Anlıksal kurgu... anlıksal çeşitten seslerin ve üsttitremlerin kurgusudur, yani kendine uygun düşen anlıksal duygulanmaların birbiriyle çatışacak biçimde yan yana getirilmesidir» (9:82). Eisenstein, 1930 şubatında Paris'te Sorbonne Üniversitesindeki konferansında anlıksal kurguyu şöyle anlatır: «Bu yönde çalıştıktan sonra, sanatımızın en büyük görevini yerine getirmeye sıra geldi: Görüntüler yardımıyla soyut düşünceleri filme almak, bu soyut düşünceleri bir ölçüde somutlaştırrnak. Ve bunu bir düşünceyi herhangi bir fıkra ya da öykü yardımıyla değil, doğrudan doğruya görüntüler ya da görüntülerin düzenlenişinden, önceden belirlenmiş, hesaplanmış coşkusal tepkiler uyandırma yolunu bularak yapmak... Söz konusu olan şey şudur: Önceden düzenlenmiş bir dizi görüntüyü öylesine gerçekleştirmeli ki, duygulandıncı bir devinim yaratsın ve bu da bir düşünceler dizisine yol açsın. Görüntüden duyguya, duygudan sava. Kuşkusuz bu yolda çalışırken simgesel olma tehlikesi var; ama unutmamalısınız ki sinema aynı zamanda hem devingen hem de düşünce işlemlerini harekete geçirebilecek tek somut sanattır. Düşüncenin yürüyüşü öbür sanatlarca aynı ölçüde harekete geçirilemez; çünkü bu sanatlar duruktur ve düşünceyi gerçekten geliştirmeksizin ancak örneğini ortaya koyabilirler. Ben bu anlıksal uyarmanın sinemayla gerçekleşebileceği düşüncesindeyim. Bu, aynı zamanda, çağımızın sanatının tarihsel yapıtı olacaktır; çünkü düşünce, arı felsefe düşüncesi ile duygu, coşku arasındaki korkunç bir ikiciliğin acısını çekiyoruz. İlk çağlarda; büyü ve din çağında, bilim hem bir coşku hem de bir ortaklaşa bilgi öğesiydi. Sonra şeylerin ikiciliğiyle bunlar birbirinden ayrıldı; bir· yanda düşünceye dayanan, arı soyutlama olan felsefe, öte yanda salt coşku öğesine sahip olduk. Şimdi, dinsel durum olan ilkel çağa değil ama, coşkusal öğe ile anlıksal öğenin buna benzer bir bireşimine dönmek zorundayız. Bence anlıksal öğeye canlı, somut ve coşkusal kaynaklarını kazandırarak "bu büyük bireşimi ancak sinema yapabilir. İşte görevimiz, işte girdiğimiz yol» (23:93-94).
Eisenstein'ın anlıksal sinemaya yönelmesinin nedeni, sinemanın da dil gibi soyut kavramları da anlatabilmesini sağlamaktır; kaldı ki ona göre sinema, dil dizgesine çok yakındır: «Sinema niçin dilin yöntembiliminden çok tiyatro ve resmin biçimlerini izlemek zorunda kalsın? Hele dilin yöntembilimi, iki somut nesnenin iki somut düzanlamının birleştirilmesinden yepyeni kavramlarm doğmasına izin veriyorsa ... Dil, filme resimden çok daha yakındır ... Öyleyse, sözcüklerin, bileşik sözcüklerin türetilmesinde aynı düzenekleri kullanmak zorunda olan dil dizgesine niçin yönelmemeli?» (9:60). Görülüyor ki, Eisenstein burada da Japon-Çin kavramsal yazısından yola çıkıyor; somut görüntüler yardımıyla soyut kavramlar yaratmaya yönetiyor. Eisenstein'ın anlıksal kurguyla, anlıksal sinemayla yapmak istediği, olayları, olguları değil, bunlar yardımıyla düşünceleri, kavramları ortaya koymaktır. Örneğin, geleneksel sinemada bir cinayet görünçlüğünün nasıl verildiğini ufak bir çekim oyunluğuyla ortaya koyduktan sonra, bunun yerine, çağrışımsal gereci özgürce düzenleyerek «cinayet olgusu» nu, «cinayet olayı»nı değil, «cinayet kavramı» nı, «cinayet izlenimi»ni vermeye çalışılabileceğini belirtir (9:60-61). Sonunda varmak istediği de, bütün düşünce sürecini görüntülüğe yansıtmaktır: «Geleneksel film coşkuları yönetirken, anlıksal kurgu tüm düşünce süreci'ni yüreklendirme ve yönetme fırsatını verir» (9:62). Eisenstein bu fırsatı Ekim'de kullandığını belirtir ve örnek olarak Kereriski'yi Kışlık Saray'ın merdivenlerinden çıkarken gösteren görünçlük ile General Kornilov'un hükümet darbesi yapmak üzere Petrograd üzerine «Tanrı ve Vatan Uğruna» yürüyüşü sırasındaki «Tanrılar» bölümünü gösterir: «Bu iki deneyde, film anlatımının yepyeni biçimine doğru ilk olgunlaşmamış adımı atmıştık. Geleneksel sınırlamalardan kurtulmuş; düşünceler, dizgeler ve kavramlar için geçişlere ve açımlamalara gereksinim duymayan dolaysız biçimleri gerçekleştiren, katıksız anlıksal filme doğru bir adım» (9:63).
Eisenstein, anlıksal kurgunun, düşünyapısal yönden vurgulanmış savların anlatılarına daha uygun düştüğünü yadsımaz; ama ona göre bu ilk adımın ötesinde, katıksız anlıksal filmde, «sanat ile bilimin bireşimi» yer almaktadır. Nitekim Eisenstein'ın en büyük tasarılarından biri, Marx'ın «Kapital»ini anlıksal sinema örneği olarak görüntülüğe aktarmaktı. 1928 nisanında «Kapital»'in hazırlığı için tuttuğu günlükte şöyle diyordu: «Bir konunun dışında», görüntülerle düşünmek henüz çok çapraşık bir şey. Ama çok da dert değil, bunun da sırası gelecek» (1:597). Ne var ki, anlıksal kurgu ve anlıksal sinema görüşlerinin «biçimcilik» le suçlanması, geleneksel sinemayı genel çizgisinden saptırdığı savları Eisenstein'ın bu görüşü daha sonraki yıllarda geliştirmesine olanak vermedi. Unutulmamalı ki, başlangıçtan beri belirtildiği üzere, Eisenstein'da kuram ile kılgı her zaman başbaşa gidiyordu anlıksal sinema kuramının geliştirilmesi içinse her zamankinden çok kılgıya gereksinimi vardı; , bu kuramın kılgı olmaksızın geliştirilmesi olanaksızdı.
Anlıksal kurgu konusuna son verirken, 1935'teki Sinemacılar Toplantısında Eisenstein'ın bu konuda kendisine yöneltilen suçlamalara verdiği yanıtları, bu konuya açıklık getirmesi yönünden, aktarmak yararlı olur. Bu toplantıda Merkez Komitesi temsilcisi Dinamov'un Eisenstein'a yönelttiği başlıca eleştiri, anlıksal sinema konusundaydı: «Eisenstein'ın kuramının yanlışlığı, onun, düşünceyi duygudan ayırmasında ortaya çıkıyor. Böyle insanlar yoktur. Düşünmekten başka şey yapmayan insanlar bana koskocaman kafaları olan ama kolları, bacakları ya da kalpleri olmayan yaratıkları anlatıyor yalnızca» (30:330). Eisenstein aynı toplantıda bu eleştiriyi şöyle yanıtlamıştı: «Anlıksal bir filmden söz açtığımızda, her şeyden önce izleyicinin düşüncesini yönlendirecek ve coşkulu bir anlayışa ulaştıracak yapıdaki çeşitten bir filmi düşünüyoruz. Benim «Görüngeler» adlı yazımı anımsarsanız, düşüncenin bu coşkulandırılmasının temel sorunlardan biri. olduğunu görebilirsiniz. Beni coşkuyu düşünceden koparmakla suçlamanın hiçbir dayanağı yoktur! Tam tersine! Şöyle yazmıştım: «Duygular» ile «us» alanındaki ikiciliğin, bu yeni sanat çeşidi ile tümüyle üstesinden gelinmelidir. Anlıksal sürece ateş ve tutkusunu geri vermek, soyut düşünme sürecini gerçeğin kaynayan gerecine daldırmak zorunludur» (30:333).